16 Eylül 2012 Pazar

Burgazada

Sait Faik hikayesi gibi esasında. Sahil, balık kokusu, deniz, semaverde çay. Temizliğin kokusu nasıl ki bir beyaz sabun kokusu anımsatması ise ada kokusu da deniz kokusu.

Fincan diye bir yere giitik bugün. Bostancı dolaylarında iken Eylül geldi ada yapalım kafası oluştu. Birden iskleye inip kendimi motorda buldum. Yanımda sevdicek tabii. Kilise'yi gördük ara sokaklarda dolanırken. Sait Faik 'in evini gördük.

Hayatımda ilk kez kendim meze seçip balık ısmarladım. Bugün bir parça daha mı büyüdüm ? Ada kedilerini izledim. Balıkçıların oraya tünemiş, martılarla yaşayan kedileri gördüm.

Başka dünyalar, evrenler mümkün. Acıkan bir bünyeye sahip olanlar, her daim yaşama sevinçli sandviçlere sahip olmalı.

Ne bileyim kirazdan küpe yapıp kulağımıza takar gibi acıları küpe yapmak lazım !

Rüzgar ser eserken sevgilinin omuz boşluğuyla boynu arasına koyuvermeli başını. Bir kedi kadar ürkek ve bir o kadar korunmasız.

Balık yiyebilmeli, deniz görebilmeli. Basitlikte mutlu olmayı öğrenmeli ( ben çok zaman yapamasam da )

İçsel sıkıntılar geçse. Hayat daha basit olsa. Yalnızca basit.

Rüzgar esiyor, karşımda deniz ve heybeli ada. Önümde börülce pilaki, patlıcan salatası, çoban salatam, palamut. Uzun zamandan sonra gelen rahatlık. Güneşe bakıp yarın olmayacakmış gibi yaşamayı dilemek.

Parmaklarımın arasında dumanını solumayı sevmeyip bir hobbit olmaya öykündüğüm "camel soft". O an ne mutluyuz. Gelecek mutluluklara göz kırparcasına,  umutlanırcasına...

2 yorum: