Öykü anlatır gibi
ya da bir fotoğraf karesinde kendimizi buldurur ortaçgil. Sözler bazen öylesi
iyi gelir. Düğümlerimizi çözdürür. Başka başka yerlerde buluveririz kendimizi.
Kilitli yüreklerimizi bir anlığına açtırır. Hiç sevmemiş insancıklara üzülen
“mavi kuş” gibi ortaçgil dinlememiş insanlara üzülürüz.
Kedilerin dünyasından
bir karakter seçeriz kendimize. Büyük kediler, küçük kediler, çok da büyük
olmayan kediler. “kediler”. Kendimizi bir kedi dünyasında buluruz. Bu dünya
ütopik değildir aslında bilindik dünyadır.
Yalnızlığa dem vururuz. Kimsesiz değil insansız oluşumuz
devreye girer daha çok. Kocaman şehirlerde ötekileşmiş yalnızlığımızla baş başa
kalırız. Bazen şaşırsak da “sakın şaşırma” der ortaçgil. Akşam esintisinde bir
kekik kokusunu anımsatan sesiyle anlatır. Şaşırmayız. Çay sıcaklığı ve ekmek
doygunluğu basitliğinde yaşarız yaşamlarımızı.
Aynı zincirin başka bir halkası
oluşumuz da bundandır.
İçimizde yanan küçük” mum” hala yanıyor mu? Diye sorarız.
Genelde o mum içimizdeki başka başka duygular olsa bile
ortaçgil’i bir kez sevmiş biri için hala yanan bir “mum”’dur. Bazen neden bu
denli anlam yüklüyorum diye soruyorum. Yaşananların adını koymanın gereksiz
olduğuna varıyorum. Hissettiklerimle seviyorum. Kelime cambazlığını seviyorum.
Acıtan ayrıntıların berisinde kalarak köhne’de çay bardağı sıcaklığını duyumsar
gibi seviyorum. Küçük parçalara bölüp ayıklayarak seviyorum. Suyla
karıştırıyorum. Onları demleyip tortularından ayrılmasını bekleyerek seviyorum.
Başka başka hissetmek için belki.
Bilmiyorum.
Kedileri de o naiflikte seviyorum. Halimden memnunum. Karşılıksız sevildiğini bilen kedi rahatlamışlığı gibi.. Bakışlardaki mağrurluksa; müthiş. "Büyük kedi mi yoksa küçük kedi mi?" olmalıyım bilmiyorum. Her halükarda bir kediyim. İşte bunu biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder